Çocuk ve ergen psikolojisi başlı başına bir bilim dalıdır bunu çoğumuz biliyoruz. Elbette bunun üzerine bilimsel metodlarla fikir beyan edebilmek için ilgili alanda yoğun bir öğrenim sahibi olmuş olmak hatta yalnız bununla kalmayıp bir de bu konuda ciddi bir tecrübe de edinmiş olmak lazım.
Ancak tabiatın olağan akışında her birimiz bir çocukluk ve erginlik döneminden geçip erişkinliğe ulaşmışız. Bununla beraber dile getiren ve getirmeyen her insanın bu konuda gözlemi vardır ve olması da tabiidir.
Bu yazımda çocuk yetiştirmek ile ilgili gözlemlerime dair yorumlarımı, objektif bir dille yazmak için gayret edeceğim.
Çocukluk yıllarım doğu anadolunun şehir merkezine yaklaşık 30 kilometre mesafede olan bir köyünde geçti. Köyümüzde geleneksel bir tabirle kışlar; sert ve soğuk, yazlar ise kurak ve sıcak geçerdi. Çocukların çoğu kışın koyun yetiştirmekle yaşamlarını idame ettiren kısmen çiftçi kısmen hayvan yetiştiricisi ailelerine yardım etmekle ve okula gelmekle uğraşıyordu, bu meşgale zorlayıcıydı hele ki 7 yaşında kış ayazını kemiklerini sızlatırcasına hisseden bir çocuk için çok daha zorlayıcıydı. Çocuklar okuldan sonralarını yazdan toplanan ve silolanan kışın hayvan yemi olarak kar üzerine serilip hayvanlara besi yapılan otları koyunlar yerken dışarda koyunlara göz kulak olarak geçiriyorlardı.
Koyunların besi zamanı dolduğunda karanlık çöker hayvanlar ahıra yerleştirilir kendi başına yemini yiyebilen kuzular annelerinden ayrılıp küçük ahıra yerleştirip ahır kapısı da dikkatlice kilitlendikten sonra eve geçilir. Belki bir çay içilir ve varsa yemek yenilir. Hocadan çekinen yahut okumayı gerçekten sevenler defterini açar iki satır da olsa hocanın verdiği çoğu zaman bir kitabın beş sayfasını yazmakla başlanan ödevlerini yapmaya başlardı.bazıları şanslıdır ona hayatı öğreten bir baba ve rekabeti anlatan bir anneye sahiptirler. Çocukluk dönemimde lise ve üniversite öğrenimi bir hayal umut değildir çoğu çocuk için zaten nasıl olsun ki? ebeveynleri yahut aynı coğrafyayı paylaştıkları insanların hemen hiçbiri okulu bilmiyorlar. dini terimleri cumadan cumaya bir imamdan öğrenmeye çalışır, bu yüzden tabii bir gerçek olan ebeveyni taklit edinimi ile çocukkların çoğu 8 li yaşlarda hayvancılığa merak sarardı.
Kışlar; kapalı, soğuk ve bol tezekli sobalar üzerinde pişen aslen fakir sayılan ama yiyen için pek zengin sofralar başında geçerdi.
Kışın bittiğinin habercisi hiç şüphesiz cemrelerin düşüş günleriydi ömründe okul yüzü görmeyen yaşlıların takvim yapraklarındaki tarihlerden önemli olanları ezbere bilmesi ve bunu torunlara bildirmesiyle bir senede yapılacak çoğu şey planlanırdı.
Bunlardan biri de cemrelerdi. Havaya, Suya ve toprağa düşen cemrelerle beraber haber kanallarının da tabiriyle; yer yer üç metreyi bulan karların altından karlar erimeye başlardı güneşin ısısı dışarda hayvan besleyenlerin sırtlarına vurdukça sırtlarını daha fazla güneşe çevirirler, hayvanlar daha fazla dışarda durur ve kuzular gelişimini artık daha fazla dışarda tamamlamaya başlardı. Karlar eridikçe nisan ayının sonuna doğru otlaklar ortaya çıkmaya başlar, peynir otları yeşerir ve hayvanlar merada otlayabilecek duruma gelirdi. Çocukların çoğunun daha zorlu günleri de tam olarak bu zamanda başlardı. Bahar otlağında çoban tutulmaz hayvanları her aile kendisi otlatır ve tüm tarlalarda otlatmak serbestti.
İkindi vakti koyunlarını salan çocuklar ve gençler akşam saatlerinde ancak eve gelirlerdi, bahar yağmurları dolu ve soğuğun en sert yüzüyle cebelleşen kahraman çocuklara bir madalya bile takılmadan sessizce uyumaya ve dinlenmeye giderlerdi. Nihayet tarlaların sınırları çizilip hayvanları otlamaya çobanlar tutulduğunda okulların kapanmasına da bir ay kalmış olurdu. O sürede de tarla ilaçlama gübre atmak ile uğraşan azimli çocuklar metropollerin suyundan içen hocalarının asla tahmin edemeyeceği zorluklarla yüz üzerinden belki yüz belki daha yüksek dereceleri hak etmesine rağmen çoğu derse devam etmediklerinden zayıflarla dolu notların bulunduğu karnelerini alırlar.
Karnelerini alır almaz eve gelen çocuklar; babalarının ben yapamadım o yapsın gururlu bakışı altında yine babasının aç kalmaması için onu okula daha az göndermesinden dolayı utanıp karnelerini atıp hayvan otlatmaya giderdi.
Okuldan kaçı soğudu bilinmez ama her biri 7 yaşında doktor, savcı yahut imkan ve teşvik verilse eğitimli bir çiftçi olacak gayretli çocuklardı.
Ülke genelinde çocuklar için yaz ayları tatil demekken doğu çocukları daha rahat çalışma vesilesi olarak bakıyorlardı. İki günde bir öğleden sonra saat bir den saat dörde kadar kuzuları emzirmek için hayvan otlatan çocuklar zorunlu eğitim olmadığı için ailelerine daha fazla yardım edebiliyorlardı.
      Nihayet tarla biçme zamanı geldiğinde çocuklar; benim zamanımdan önce tırpanla biçenlerin peşinden yonca toplar ama benim zamanımda traktörlerin arkasına bağlanan taşınır biçerdöverlerin kestiği onlarca dönümlük tarlalardaki otları toplarlardı. 35 dereceyi bulan ve nem denen kavramın çok azının hissedildiği hele de ramazanın denk geldiği yaz aylarında açlık ve susuzluk altında yaklaşık bir ay boyunca ot toplanır. Toplanan otlar kurumaya bırakılır bir ayın sonunda patosla yem haline getirilip silolanırdı. Patoslama zamanında da çocukların emeği yok sayılmayacak kadar büyüktü. Ağırlık kaldırabilen ve patosa ot atacak çocuklar ot atar daha küçükleri de tozları toplayıp temizlemekle uğraşırdı. Elbette yorulurlardı ama ailelerine yardım ettikleri için de bir yandan güçlü hissederlerdi.
Kış ve yaz ayları gibi son bahar ayları da zorlu geçerdi çocuklar için, bir yandan sonbaharda damızlık hayvanları güderken bir yandan da okul telaşına başlarlardı. Sabahın 7 sinde okulda olmanız lazım diyen hocalarının dediğini çoğu yapardı. Yapmayanlar ise hocası insaflı ise tek ayak üzerinde bekletilir. Değilse ya hocanın: 8 - 9 yaşı aşmayan parmaklarına sert bir cetvel ile sanki tüm hayata karşı nefretini bir cetvelin ucunda biriktirip cetveline terbiye denen bir kılıf giydirmek suretiyle sert darbelerle hatta ters yanından kalktıysa hoca; çocuk aklının sayamayacağı kadar darbe ile vurararak, ya bir sopa ile biraz daha yumuşak yöntemlerle küçük avuçlarının içine vurmasına ya da favorilerinden çekerek bir daha geç kalmıyorsun demesine maruz kalarak güne başlardı.
Okul bittiğinde ve artık büyüdüklerini fark ettiğinde çocuklar farkında olmadıkları bir yorgunluk hissederlerdi köy hayatı hem canlarını sıkmış hem tabiat gereği erişkin olmak için yeni şeylerin olması gerekiyordu. Çoğu 17 yaşına liseye başlamadan istanbula gitti. Çok renkli ve maddi koşulları çok daha iyi olan bir dünyayla yüz yüze geldiler, burda köy kavgaları yoktu, monotonluk yoktu dinamizm öylesine büyüledi ki herkesi ben lise okuduğum yıllarda çoğu sıra arkadaşım istanbulu fark etmişti bile.
Öyle ki 2008 de başlayan modern telefon işletim sistemleri 2015 li yıllarda geliştikçe ve anlık durum güncellemeleri yaygınlaştıkça köyler bir bir boşaldı, eğitim daha ulaşılabilir olurken yoğunluk nedeniyle özünde kalitesini bozmayan kalitesiz bir algı olmaya başladı 2020 pandemisiyle yaşanan web 3.0 sıfır devrimi ve teknolojik hız eğitim görmüş ve görmemişi herkesi kendine inandırdı ama eğitim görmemiş insanları daha fazla yanlış bilgiye inandırdı.
Bu nedenlerle olacaktır ki köyler boşaldı o pırıl pırıl çocuklar şehirlere geldi, aileleri çocuklarımız bizi bıraktı diye isyan etmekte. Ancak ne eğitimsiz kalmak ailelerin suçuydu ne de batıya göç etmek çocukların suçuydu, çalışmak doğasında olan milyonlarca insanı tembel ve bilgisiz bırakan yalnızca sistemlerdi.
Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim.
Muhammed Fatih Döner
Yorumlar
Yorum Gönder